Babam ve Dedemin Ahmed İhsan Genç Ağabey ile Tanışması
Babam Ali Soylu, parasız yatılı imtihanını kazanınca Adana Lisesini okumak için 60’lı yılların başında Adana’ya gelmiş. O sırada Adana’da gençlere sahip çıkma amacıyla bir kitabevi işleten Ahmed İhsan Ağabey ile işte o zaman tanışmışlar. Babam, “Adana gibi bozuk bir ortamda kimsesiz sahipsizken Ahmed Ağabey bize sahip çıktı, istikametimize vesile oldu.” derdi. Sonrasında babam, İstanbul’da eczacılık fakültesini kazanınca 70’lerde İstanbul’a geliyor. Daha sonra İlim Yayma Cemiyetinin kurucularından Göztepe eşrafından Dedem Hacı Cemalettin Tunç’a damat olmuş ve Göztepe’ye yerleşmiş. Tevafuk eseri Ahmed İhsan Ağabey de İstanbul’a geldikten ve bir süre Şehremini’de yaşadıktan sonra Göztepe’den ev alıyor ve babamla ve dedemle komşu oluyorlar. Ahmed Ağabey dedemle de iyi ahbaplardı. Bazen şehir dışına çıkar bazı mühim zatları ziyaret ederlerdi. Dedem zaman zaman Ahmed İhsan Ağabey’in derslerinde bulunur ondan aldığı hastalar risalelerini hastalara dağıtırdı. Annemler de Ahmed İhsan Ağabey’in muhterem hanımı Muhterem Hanım’la ve kızlarıyla da aile dostuydu. Sık sık birbirlerine gider gelirlerdi. Dolayısıyla, Ahmed İhsan Ağabey ile ailece tanışırdık. Babam da sık sık derslere giderdi. Bense çocukken Ahmed İhsan Ağabey ile evimize bir kere gelmesi ve bir kez de babamla bir derse katılmamız dışında başka bir şey hatırlamıyorum. Ahmed Ağabey ile hakiki tanışmam ve talebesi olmam ise ilk gençlik yıllarından sonra yirmili yaşlarımın başında dine ve ilime tahkiki bir ilgi duymama başlamam ile olmuştu.
Ahmed İhsan Ağabey ile Gerçek Tanışmam
Her ne kadar Anadolu İmam-Hatip lisesinde okumuş, dindar bir ailede büyümüş ve dinimi seviyor olsam da ilk gençlik yıllarımda dine biraz lakayttım. Sonradan öğrendim ki babam ders arkadaşlarından benim için çok dua istermiş. Belki de Ahmed İhsan Ağabey’in ve diğer ağabeylerimin duaları hürmetine üniversite 2. Sınıfta dine karşı merakım alevlendi. Allah’ı, kâinatı, ahireti daha fazla merak eder oldum. O dönem çok yoğun okumalara başlamıştım. İmam-Hatipli olduğum için temel bilgilerim iyiydi. Ağırlıklı olarak hadis ve özellikle tasavvuf büyüklerinin eserlerini okuyordum. Mesnevi, Mektubat-ı Rabbani, Futuh-ul Gayb, Marifetname, Bostan, Gülistan ve İhya-ı Ulumiddin’i okumuştum. Bugün hatırımda kalan pek çok malumatı o dönem yaptığım bu yoğun okumalardan elde ettim dersem yalan olmaz. Ancak elde ettiğim bu malumat yığınlarını hakiki marifete çevirecek bir yol arıyordum. Okumuş olduğum tasavvuf kitaplarının da etkisiyle kâmil bir mürşid bulma ümidindeydim.
İşte tam bu sıralarda, günlerden babamın sık sık derslere gittiği Salı günüydü. O gün babamın derse gitmek üzere hazırlandığını fark edince ben de babamın gittiği bu ders denen ortamın nasıl bir yer olduğunu görmek için babama derse benim de gelmek istediğimi söyledim. Beraber derse gittik. İşte o Salı, daha sonra öğrendiğime göre Salı Dershanesi denilen Erenköy İntaş’taki dershanemizde her Salı hemen hiç kaçırmadan katılacağım derslerin ilk salısı oldu. Görmüş olduğum ilk manzara şuydu: Bolca kırmızı kitap, bir salon dolusu seçkin adam ve yetmiş yaşlarında (60’larının başında gibi duran) ama son derece dinç, sorulara mukni cevaplar veren, hararetli ve coşkulu hitabıyla, herkese candan ilgisi, ihatalı ilmi ve kendinden emin duruşuyla güven veren, vakarı ve latifeyi dengeleyen bir zat.
O gün aradığım kişinin bu zat olduğunu anladım ve sonrasında bir daha hiç arayış içinde olmadım. Artık tek hedefim vardı: Önce bu zatın ilmini iyice emmeye çalışmak ve önündeki kırmızı deryayı keşfetmek. İşte böylece tam 16 yıl Ahmed İhsan Ağabey’in derslerine devam ettim. Bu süre zarfında 2 umre yapabildik kendisi ve ders arkadaşlarımızla beraber. Allahu Zülcelal’in lütfuyla Ahmed Ağabey’in vesilesi ile layık olmadığımız halde çok yüksek hakikatlere ve hikmetlere muhatap olduk. Allah kendisinden ebeden razı olsun. Lakin kendi adıma onu layıkıyla tanıdık ve tanıttırdık dersem haksızlık etmiş olurum. O yüksek hakikatlere ve Ahmed İhsan Ağabey gibi yüksek bir Üstada muhatap olsak da onları tam manasıyla kavrayıp gerçek muhatabiyet seviyesine ulaşamadık ne yazık ki. Ahmed İhsan Ağabey hiçbir zaman ne beni ne de başka bir kardeşi kendi şahsına davet etmedi, kendisi bize hep Nurları anlattı, Nurları gösterdi. Tam bir ilim ve hikmet ehli idi. Kuş Sütü adı altında binlerce hikmet yazmıştı. O manevi yaraları ve cerihaları ustaca tedavi eden hazık bir hekim ve manevî bir cerrah idi. Dünyevi meselelerde dahi mükemmel bir istişare makamıydı. Benim ve pek çok kardeşlerimizin müşküllerine dört dörtlük reçeteler sunardı. Bize sadece çözüm sunmaz, meselelere nasıl yaklaşmamız gerektiğini öğretirdi ki sonraki sefer bu meseleye kendimiz çözüm üretebilelim. Bakış açımızı geliştirir ufkumuzu açardı. Asla hiçbir konuda amirane iş buyurmaz, akla kapı açar, insanın iradesini elinden almaz, en çok dua ve istiharenin önemine vurgu yapardı. Allah razı olsun dünyevi olarak pek çok ruhsal ve fiziksel problemimizi ondan öğrendiğimiz metodlarla çözdük.
İtikadı:
Ahmed Ağabey, ehl-i sünnet akaidine sıkıca bağlı, geçmiş büyüklerimize son derece hürmetkâr idi. Onlardan bahsederken gözleri yaşarırdı. İtikadı bozuk ve nazar-ı umumiyi kendisine çevirmeye çalışan hastalıklı kimselere hiç rağbet etmezdi. Kişilerin makam ve mevkiilerine değer vermez ihlaslı gördüğü kimselere ise daha çok iltifat ederdi. Ders arkadaşlarının meziyetleriyle de iftihar ederdi.
Manevî Mesleği:
Mesleğine gelince, o halis bir Nur Şakirdiydi. Bize Risale-i Nurlardan başka hiçbir mesleği ve cereyanı tavsiye etmedi. Her dersimizde Nurları okurduk. Sadece ömrünün son 2-3 yılında çarşambaları birkaç kardeşle Elmalılı Hamdi Hazretlerinin tefsirini de teberrüken okuyorlardı. Risaleleri çoğu zaman Osmanlıca el yazması Risalelerden de okurduk. Bir keresinde de birkaç ders de olsa kardeşlerle Osmanlıca Risale yazma konusunda iştiyakını belli etse de buna başlama fırsatımız olmadı. Zamanın şahıs zamanı olmadığını, şahs-ı manevi zamanı olduğunu sıkça vurgulardı. İseviyet ve Mehdiyyet konularına çok derin vukufiyeti vardı. Hikmetlerinde bu konulara da iphamlı olarak temas etti. Ona göre Üstad Hazretleri ve Risale-i Nurlar hatemül müceddidîn idi, hükmü kıyamete kadar cari olacaktı. Onlardan sonra artık şahıs olarak yeni bir müceddid veya başka manevî bir şahsiyetin gelmesine gerek kalmamıştı. Risale-i Nurları çokça okumamızı ve Nurların bize her konuda kâfi geleceğini söylerdi.
Ahmed İhsan Ağabey çok yönlü bir insandı, ancak en fazla öne çıkan özelliklerin seçmek gerekirse benim kanaatime göre bunlar; ilmi (tahkikatı), ihlası, cemaat hayatında ünsiyeti ve dua ibadetine verdiği ehemmiyettir.
İlmi ve tahkiki:
Ahmed Abi kendi ifadesiyle 70 yıldır duasıyla Rabbinden ilim ve anlayışını arttırması için dua ediyordu. O hiçbir meseleyi kulaktan dolma bilgilerle öğrenecek birisi değildi. Tam bir tahkik ehliydi. Ahmed Ağabey ailevi sebeplerden ötürü tahsil hayatını devam ettiremese de hayat boyu kitaplarla, ilim erbabıyla yazmak ve okumakla ilgisini hiç kaybetmemişti. Kendi ifadesiyle okumaya karşı aşırı bir düşkünlüğü vardı. Onun kesbî ilimlerin yanı sıra manevi ve vehbî ilim kaynaklarından istifade etmiş olduğu açıkça belli oluyordu. Sathi nazarlara basit ve herkesin yazabileceği sözler olarak gözüken Kuş Sütü adlı hikmetleri dikkatli okunduğunda ve incelendiğinde sahip olduğu mana derinlikleri insanları hayrette bırakır. Ayrıca Ahmed Ağabey Kuş Sütü hikmetlerini küçük küçük kağıtlara ve defterlere yazardı. Müsvedde defteri kullanmazdı. Hikmetlerini tek seferde geldiği gibi yazardı. Bu defterlerde çok az düzeltmeler bulunurdu. Kısacası HAKÎM bir zattı. Yani Hikmete mazhar olmuştu. Yazdıkları şeyler akıl mahsulü değildi.
İhlası:
Eğer Ahmed İhsan Ağabey sahip olduğu ihlas düsturlarını terk ederek kesret-i etbaayı (yani tabi olan kimselerin çokluğunu) hedefleseydi bugün Türkiye’nin en kalabalık cemaatine sahip bir cemaat lideri, kanaat önderi olabilirdi. Ya da kurucusu olduğu Milli Nizam Partisinde veya devamı olan partilerde önemli mevkiiler elde edebilirdi. Ya da binlerce yurdu, dershanesi kurumu olan bir organizasyona başkanlık edebilirdi. Ondaki dirayet, hitabet ve organizasyon yeteneği bunu yapmaya son derece müsaitti. Ama o bunu tercih etmedi. Hakiki bir İhlas Kahramanıydı. Hiç kimseden hizmet için dahi para istemez, kimseye parası ve mevkii için iltifat etmezdi. Hakk’ın hatırını her daim âli tutar, hiçbir hatıra feda etmezdi. Makamı mevkii kim olursa olsun gerçekten böyleydi. Ahmed Ağabey kimseden çekinmez Hakkı gümbür gümbür söylerdi. Netice olarak vefat ettiğinde aidatları ve kiraları zar zor ödenen 2 dershaneceğimizden ve kendi şahsına ait Göztepe’deki bir dairesinden başka bildiğim kadarıyla kendisine ait bir mülkü de yoktu. Giyimi kuşamı son derece mütevazı idi. Şahsı ve nefsi için bir zevki yoktu. Tam bir dava adamıydı. Sağlığı için ara sıra kaplıcalara gitmeyi severdi. Bu kaplıcalara da hep kardeşlerinden birkaç kişiyle gider bunu bile nefsî bir zevk olmaktan çıkarır, bir uhuvvet, ders ve ünsiyet ortamına çevirirdi. Vaktinin çoğunu dershanede cemaatle arta kalan vakitte de okuyarak, yazarak ya da evradı ile geçirirdi.
Yukarıda bahsettiğim gibi çok daha geniş kütleli ve imkânlı bir cemaate hitap edebilecek kabiliyette iken bazen bizim gibi 3-5 adama ders yapardı. O ders anlatırken bize, “Ben her birinize en az 1000 kişilik adamlar nazarıyla bakıyorum.”derdi. O 3-5 kişilik derslerde kimi zaman çok yüksek hakikatler ve hikmetler anlatılırdı. Biz bu dersleri bizim değil çok daha kabiliyetli insanların dinlemesi gerektiğini düşünürdük. O da bazen bizim seviyemizi yeterli bulmaz ve “Ben, orta seviyeli muhatapları bile bulmakta zorluk çekiyorum.” derdi. Aslında onun maksadı kesretli ve gösterişli bir kalabalık değil belki az ama anlayış ve ihlasça yüksek muhataplardı. O zaman bu hakikatlere layığı ile muhatap olamıyor ve bunların zayi olmasından hayıflanıyor idiysem de bugün öyle inanıyorum ki Ahmed İhsan Ağabey’in söylemiş olduğu her hikmet ve hakikat hava toprağına ekilmiş ve bir gün gerçek muhataplarına ulaşarak neşvü nema bulacak haşmetli bir ağacın tohumlarıymış. Hiçbirisi zayi olmayacak. Çünkü hikmete mazhar olmuş kimseler sözleri de israf etmezler.
Fikir Hayatı:
Ahmed Ağabey’in çok aktif bir fikir hayatı vardı. Okur, yazar ve düşünürdü. Düşüncesinde ise istikameti yakalamaya çalışırdı. Onun en çok kullandığı kelimelerden biri istikametli düşünce hayatıydı. O miras olarak geriye mal mülk bırakmadı ama talebelerine istikametli düşünce hayatını miras bıraktı. Kuş sütü adı altında 10 bine yakın hikmeti vardır. Hepsi de derinlikli tefekkür hayatının meyvesidir. Ayrıca 200’e yakın açık mektup olarak neşredilmiş çoğu telefon görüşmelerinde 35-40 dakika içerisinde tek seferde müsvettesiz yazılmış mektuplardan oluşan açık mektuplar serisi vardır ki bu mektuplarda pek çok meseleye orijinal ve farklı açılardan yaklaşılarak karmaşık bazı manevi meseleler son derece vazıh ve dakik bir şekilde anlatılmıştır. Bu mektuplar daha sonra talebeleri tarafından “Ahmed İhsan Genç’ten Açık Mektuplar” adıyla kitaplaştırıldı.
Nur Dersleri:
Ahmed İhsan Ağabey Risale-i Nur anlayışında ve ona muhatap olmak konusunda çok vukufiyeti vardı. Mükemmel bir NUR müderrisi idi. Nurlar okunurken okunup geçilen bazı yerlere parmak basar müthiş izahlar yapardı. Mübalağasız ve tasannusuz söylüyorum ki Nurlara çalışmak isteyen bir talebe başka bir dershanede 20 yıl çalışarak elde edemeyeceği bazı dakik mesaili onun dersini iyi takip ederek birkaç derste elde edebilirdi. Eğer benzetme yapmamız gerekirse, Risale-i Nur bir üniversite ise, Ahmed İhsan Ağabey o üniversitenin en yüksek kürsüsündeki ordinaryüs profesör gibiydi. Vaesefa! Kıymeti yaşarken bilinemedi. Bizim düşüncemize göre bunda kader kaleminin ince bir remzi vardır, ya da ihlasının derecesinin azami tezahürüdür.
Ünsiyeti ve Cemaat Hayatına Verdiği Önem
Ahmed İhsan Ağabey şöyle derdi: “İnsan kelimesinin hakkında âlimler ikiye ayrılmışlar. Bir kısmı insan kelimesinin kökü nisyandan yani unutmaktan gelir derken bir kısmı da bu kelimenin ünsiyetten geldiğini söylemişler. Ben bu ikinci kısımdanım; insan kelimesinin kökü ünsiyetten gelir.” Ahmed Ağabey insanlarla ünsiyeti çok severdi. Yalnızlığı hiç benimsemezdi. Haftanın 7 günü 24 saati ders olsa eminim hiç yüksünmeden seve seve ders devam ederdi. Ömrünün son günlerine kadar sağlığı el verdiği müddetçe 87-88 yaşlarında dahi haftanın 4-5 gününü derslerde kardeşleriyle birlikte geçiriyordu. Bu birlikteliği her türlü şahsî ibadetin fevkinde görüyordu. Üstadı Bediüzzaman’ın (r.a.) söylediği “mesleğimiz hillettir” sözünün mücessem bir örneğini hayatıyla izhar ediyordu. Onun için cemaat hayatında fani olmuştu desek yanılmayız. Ruhen bütünleşme, manevi bütünleşme gibi ifadeleri sıkça kullanırdı. Zannedersem Risale-i Nur mesleğindeki bir buz parçası hükmünde olan enaniyeti eritip bir cemaatin ruhu hükmünde olan şahs-ı manevideki o ruh bütünlüğünü yakalamıştı ve onu her zaman devam ettirmek azmindeydi. Bizi de buna teşvik ediyor ve hayatıyla örnek oluyordu. Bize her zaman sade kul olmayı tavsiye eder makam ve mevki peşinde koşmaktan sakındırırdı. İnsanlardan bir insan olmamızı, dışarıda sade ve sıradan bir insan gibi gözükürken içeriden ise derinlikli, irfanlı ve sıra dışı insanlar olarak yetişmemizi istiyordu. İhlas her konuda en birinci kriteriydi.
Bahsettiğimiz ünsiyetinin bir neticesi olarak Ahmed İhsan Ağabey hiç aralıksız yemeden içmeden saatlerce aralıksız konuşabilirdi. Onu tanımayanlar bu satırları mübalağa zannederler. Ama o bu konuşmayla ünsiyeti ve fikir bütünlüğünü temin ediyordu. Kalpler birbirine daha çok yaklaşıyordu. Ahmed Ağabey boş hayaller, menkıbeler, tasavvurlar değil hakikat, hikmet ve mefhumları anlatırdı. Bu tarz konuşmalar yapacak kimselere de hiç meydan vermez malumatfuruşluğu sevmezdi. Bazen 1 saat sonunda elde edilecek mefhum vazıh bir surette anlaşılır dinleyenlerin fikir hayatında mükemmel bir pencere açılırdı. Belki de kesretli ve gösterişli bir cemaat yerine böyle ruh bütünlüğünü ve ünsiyet kurabileceği mahdut ama mütevazi kimseleri bu yüzden tercih etmişti.
Ahmed Ağabey Risale-i Nur’da bahsi geçen uhuvvet düsturlarını mükemmel bir şekilde yaşıyordu. Bizlere hep “kardeşlerim” bazen de “ağabey” diye bile hitap ederdi. Bizle oturur bizle kalkardı. Yemeklerimizi yer sofrasında hep beraber yerdik. Kimsenin özel bir yeri yoktu. Risale-i Nur’dan almış olduğu “kardeş kardeşe peder olamaz, mürşid vaziyetini takınamaz” dersiyle kimseye karşı mürşid vaziyetini takınmaz direkt olarak kimseye ders yapmaz, derslerini umuma yapar, akla kapı açar ihtiyarı elden almazdı. Ahmed Ağabey’in “Açık Mektuplar” adındaki mektubatında bir mektubundaki ifadesi çok aciptir: “Eğer zaman tarikat zamanı olsaydı yalnız uhuvvet esaslarına dayalı bir tarikat kurmaktan hiç perva etmezdim!”
Ahmed Ağabey her ne kadar bize mürşid vaziyetini takınmasa da Nur Mesleğinde bizim bir nevi usta başımız ve hocamız gibiydi. Tahminimce bize hissettirmese de hepimizin manevi gelişimini takip ediyor, arızaları tamir etmeye çalışıyordu. Bazen durup dururken bir şey söylerdi, ama o söylediği şey sizin manevi bir arızanıza tevafuk ederdi. Bu söylediği şeyleri de direkt size söylemez belki derste umumi olarak zikreder ya da bir başkasına onu bir hikâye olarak anlatırdı. Ama arızalı kişi o anlatılan şeyin kendisi ile ilgili olan kısmını alır ve arızasını tamir etme yoluna giderdi. Bu hadisenin emsalleri ve şahitleri çoktur. Şahsıma ait de bu nevi Ahmed Ağabey’den dolaylı olarak çok dersler alma imkanımız olmuştur.
Ahmed İhsan Ağabey’in bu “Açık Mektuplar” kitabını herkesin okumasını ısrarla tavsiye ederim. Bu mektubatında kardeşlerine uhuvvetle ilgili yazdığı çok hacimli ve detaylı bilgiler vardır. Ayrıca kardeşlikle ilgili yazılmış pek çok hikmetli Kuş Sütleri vardır.
Dua İbadetine Verdiği Ehemmiyet:
Ahmed İhsan Ağabey’in üzerinde en çok durduğu ibadetlerden biri dua ibadetiydi. Dua konusunda ayrıca hususi iki kitap neşreden Ahmed Ağabey mektuplarında da bu ehemmiyetli ibadetin sırlarını ve nasıl inkişaf ettirileceğine dair önemli tavsiyeleri vardır. Derslerinde de bu konu üzerinde çok durur herkesten hususi olarak dua isterdi. Ahmed Ağabey tam bir dua insanıydı. Onun bizatihi kendisi hedefe doğru yola çıkmış bir duaydı sanki. Dualarla kuşanmak ve kuşatılmak istiyor, herkesten dua istiyor herkese de bilhassa ders arkadaşlarına özel dua yapıyordu. Dualarımızla çok şeyi değiştirebileceğimizi söylerdi. İsterken niyetimizi geniş tutmamızı tavsiye ederdi. Dualarımızı inkişaf ettirmemiz için bizi teşvik ederdi. Zannedersem bu konuda çok önemli bir sır yakalamıştı, bizim de o sırrı yakalamamızı istiyordu. Bu konunun derinliğine inmek isteyenlere Ahmed İhsan Ağabey’in dua ile ilgili yazmış olduğu kitaplara ve mektuplara müracaat etmesini tavsiye ederim.
Ahmed İhsan Ağabey’in Türk Siyasi Hayatında Açmış Olduğu Çığır
Ahmed İhsan Ağabey orijinal düşünen, olaylara farklı açılardan bakabilen, girdiği ortama hemen kendi manevî boyasını çalabilen bir insandı. Katiyen “uydum kalabalığa” insanı değildi. Meseleleri ezberci ve kalıplaşmış düşünce sınırları içinde düşünmez onlara farklı ve özgün açılardan bakarak ufuk açardı.
Üstadı Bediüzzaman Hazretlerinin “euzu billahi mineşşeytan vessiyase” sözünü de aynı dönemi paylaştığı saff-ı evvel muhterem ağabeylerden biraz farklı olarak değerlendirmişti. O dönem Nur camiası dâhil olmak üzere bütün mütedeyyin camia DP’yi destekliyordu. Düzgün bir alternatifi olmayan DP ise bu durumu İslami söylemlerle suiistimal ediyordu. İşte bu dönemde Ahmed İhsan Ağabey mütedeyyin camianın kendilerini temsil edecek kendilerine ait bir farz-ı kifaye müessesi olarak bir parti kurmaları gerektiğini düşünmüştü. Ancak o bu girişimi mensup olduğu Risale-i Nur mesleğinin bir icabı olarak değil, toplumun her kesiminden Nurcu ya da başka bir meşrep, ne olursa olsun herkesi temsil edecek o kesimin genel manevi değerlerini temsil edecek bir parti olarak bu girişimi düşünmüştü. Kendisi bu girişimde hiçbir makam ve mevkii talep etmedi, çok yakın ders arkadaşı Nurcuları da particiliğe ve siyasete asla yönlendirmedi. Ama çok geniş bir çevresi olan Ahmed Ağabey müsait gördüğü kimseleri ümmete bu alanda hizmet etmelerini sağlamak için teşvik etmişti. Ona göre bu bir farz-ı kifaye ibadeti idi. Eğer mütedeyyin camiadan kimse bu girişimi yapmaz ise o vazife bir vebal olarak üzerlerinde kalabilirdi.
Bu düşüncelerle Ahmed İhsan Ağabey bu parti kurma teşebbüsünü mütedeyyin camiadan önde gelen 100 kişinin listesini yaparak ve onlarla istişare ederek gerçekleştirdi. Başlangıçta bu fikre şiddetle karşı çıkan kahir ekseriyet onun ikna kabiliyeti ile artık kendilerine ait manevi değerleri öne alan bir parti kurma fikrine sıcak bakmaya başlamışlardı. Netice olarak Ahmed İhsan Ağabey’in fikir önderliğini yapmış olduğu bu parti Türk Siyasi Hayatına girmiş oldu. Yalnız Ahmed İhsan Ağabey’den dinlediğimize göre onun kurduracağı parti hemen iktidar olma hırs ve hevesinden uzakta olmalıydı. Amaç iktidar olmak değil bu camianın demokratik ortamda temsil edilmesi ve farz-ı kifaye ibadetinin yerine getirilmesiydi. Parti kurulduktan sonra Ahmed Ağabey Üstadından Almış olduğu ihlas ve siyasetten uzak durma düsturlarına riayet ederek partinin hiçbir kademesinde yer almadı, milletvekilliği adaylıklarına talip olmadı. Sadece tezkiye heyeti denen heyetin başındaydı, partiye kimin gireceğine o karar veriyor, manevi değerlerle örtüşmeyen kişileri partiden uzak tutmaya çalışıyordu. Diğer taraftan mütedeyyin camianın partisi olacak bu partinin mutfağında ihlasla ve Anadolu’daki müthiş organizasyon yeteneğini kullanarak örgütledi. Partinin en üst kademesinde yer almalarına rağmen partinin başarı ihtimalini çok az gören ve “biz kaç kişiyiz ki?” diyen kurmaylar bile gösterilen muvaffakiyetler konusunda şaşkınlaşmışlardı. Yalnız ne yazık ki kısa bir süre içinde Ahmed İhsan Ağabey’in deyimiyle alkış sarhoşu olmuşlardı. Partinin kuruluş amacından saparak kısa sürede iktidar olma ihtirasına kapılmışlardı. Ahmed İhsan Ağabey’in çizdiği rotadan çıkan ve ikazlarına uymayan parti bir süre sonra bölündü. Ahmed İhsan Ağabey de bir süre sonra kendisi kurdurtmuş olduğu ve istese en tepesinde olabileceği makamları terk ederek parti ile yollarını tamamen ayırdı. Eğer bu siyasî hareket Ahmed İhsan Ağabey’in uyarılarını dikkate alarak siyasî ihtiraslardan korunarak yoluna devam etmiş olsaydı bugün nasıl bir tablo ile karşı karşıya olabilirdik, bunu da düşünce sahiplerinin muhayyile gücüne bırakıyorum.
Ahmed Ağabey bu teşebbüslerini sadece bu farz-ı kifaye vazifesini yerine getirmek üzere yapmıştı. Bu teşebbüslerden hiçbir maddi geliri olmadı. Bulunduğu Nur camiası içerisinde de bazı gruplar tarafından yapmış olduğu bu girişim “siyasi fitne çıkarıyor” zannına maruz kalmasına sebep oldu. Önde gelen bazı kimseler ona,”Yahu biz sana dahi diyoruz, ama sen bizim siyasetimize iştirak etmiyorsun!” diyor ona karşı ambargo uyguluyor, çok sevdiği gençlerin kendisiyle irtibat kurmalarından men ediyorlardı. Netice olarak Ahmed İhsan Ağabey sadece müsbet duygularla ümmete hizmet için yaptığı girişim sonrasında hakikat hürmetine hem siyasi camiadan hem Nur camiasından pek çok kimseyle ters düşmüş oldu ve bir nevi tecride maruz kaldı. O da bunun üzerine önce aile efradıyla sonra da kısıtlı bir ders halkasıyla tamamen Nur mesleğinin düsturlarına muvafık olarak Nur derslerine büyük bir sadakatle ve istiğna ile hizmet etti. Maddi ve dünyevi çıkarlar için ise hiçbir insana bir menfaati için başvurmadı. Kanımca bugün Ahmed İhsan Ağabey’in bugünkü nesiller içerisinde çok fazla bilinmemesinin zahiri sebebi bu manevi ambargo sonucudur. Hakikatte ise kader-i ilahinin ona NUR dairesinde hazırlanmış olan azami ihlas ve istiğna makamına ulaşabilmesi için takdir ettiği ilahî bir tensiptir. Nitekim Muhterem Avukat Bekir Berk Ağabey’in vefatına yakın bir sırada kendisini birkaç kardeşle ziyaret eden Ahmed Ağabey’den helallik istemesini de tarihe bir not düşme açısından buraya yazmak durumundayım. Bu vakanın şahitleri mevcuttur.
Bu süreçte Ahmed İhsan Ağabey siyaset dünyasının en ileri gelenleri ile ahbaplık kurmuştu. Necmettin Erbakan, Turgut Özal, Korkut Özal ve niceleri… Siyasette çok entrikayı yakından görmüş, insanların güç ve iktidar karşısındaki beşerî zafiyetlerini yakından gözlemlemişti. Pek çoğunun sırlarına vakıf olmuştu. Kendisi o dönemin özellikle siyasal islam tarihçesinin kara kutusu gibiydi. Konuşsa sansasyon oluşturacak çok malumatlara sahipti. Ancak o bu malumatların hiçbirisini pazarlamadı. Mahrem hukuklarını korudu. Bize bile bu konularda ihtiyatlı konuşurdu. Ahmed İhsan Ağabey bu tecrübelerle politikacılara hiç rağbet göstermez ve onlara karşı ihtiyatlı davranırdı. Olaylara tarafgirlik damarıyla yaklaşmaz, zulüm kimden kime gelirse gelsin ona karşı dururdu. O Risale-i Nurun temsilcisi olduğu “bir ferdin hatırını kendi rızasıyla vazgeçmediği sürece bütün insanların hatırı için de olsa terk etmeyen adalet-i mahza” ekolünü takip ediyor, siyasetçilerin takip ettiği hükümetin hatırı için ferdin hukukunu feda eden adalet-i izafiye tarzına sıcak bakmıyordu. Son dönemde yapılan haksızlıklara ve zulümlere de hiç meyil göstermedi, bu zulümlere sempati gözüyle bakanları da şiddetli uyardı. Ancak bu uyarılar da zaten kısıtlı olan ders halkasından da kopuşlara sebep oldu. Kaderin yine çok acip bir cilvesidir ki Ahmed Ağabeyi daha önce siyasete girerek Nur Mesleğine muhalafet etmekle suçlayanlar daha sonra iyi niyetli olmalarına karşın bilmeden de olsa zulümlere ve yanlışlara alet olma ve destekleme durumuna düştüler.
Ahmed İhsan Ağabey’in Manevî Şahsiyeti ve Hususi Meşrebi
Şüphesiz Ahmed İhsan Ağabey’in siyasi dünyada perde arkasında olsa da oynadığı bu rol onun manevî şahsiyetinin tanınmasına ve anlaşılmasına kalın bir perde oldu. Çoğu insan onu Nurcu kimliğinden ziyade siyasi bir şahıs gibi tanımıştı. Halbuki Ahmed Ağabey manevî hizmet hayatına çok erken çocukluk yaşlarında başlamıştı. 20 yaşlarında Antep’te gençlere namaz, abdest gusül eğitimi veriyor, derslerine ve sohbetlerine hocalar şeyhler katılıyordu. Tahkikatı çok güçlü olan Ahmed Ağabey Nurlarla tanıştıktan sonra da her konuda olduğu gibi Üstadı da başkalarının gözüyle değil kendi tahkikatı ile tanımak istedi. Nurları dikkatlice tahlil eden Ahmed Ağabey Üstadı çok istemesine rağmen vicahi olarak görüşmesine bazi maniler engel olsa da o yapmış olduğu istiharelerle Üstad Hazretlerinin Hakiki şahsiyeti ile manen tanışmış makamını müşahade etmişti. Çok genç yıllarında kendi gayretiyle başlamış olduğu manevi mücahedeye Üstadı ve Nurları tanıdıktan sonra tamamen onların rotasında devam etmeye karar vermişti. Zaten rotasının doğru olduğunu ve öylece devam etmesi gerektiğini Üstad Bediüzzaman Hazretleri bizzat kendisi söylüyordu. Bu acayip rüyanın detayına rüyalar kısmında değineceğim. Hizmet hayatına Nurlar ile devam eden Ahmed Ağabey Gaziantep hizmetlerinin öncüsü oluyor, burada hizmet amaçlı bir kitabevi açarak kendi deyimiyle ferdî aşılama metoduyla tek tek gençleri iman davasına kazandırıyordu. Bu dönemde henüz ortaokul talebesi olan Nazım Gökçek, Feyzi Allahverdi ve Necmeddin Şahiner gibi nice nur kahramanları Ahmed Ağabey’in tezgâhından geçerek hizmetlerde çok önemli yerlere geldiler.
Manevi olarak Nurlarla ve mesleği ile bu kadar sıkı bağı olan, Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin şahsiyeti hakkında tahkiki malumatı olan, hayatını Nurları anlamaya ve anlatmaya vakfetmiş bir şahsiyetti. Cenazesinde karşılaştığım ve kendisini ancak uzaktan ve başkalarının gözünden, ağzından tanıyan ama camiadan olan bir şahıs, “Kendisinin Nurlara bağlılığı konusunda itimadımız var.” gibi meşkuk bir ifade söyleyince ben bu talihsiz durum karşısında acı bir tebessüm etmek durumunda kalmıştım. Hâlbuki onun ders halkasının 20-30-40 yıllardır müdavimleri, talebeleri ve ders arkadaşları olan bizler Ahmed İhsan Ağabey’in Nur mesleği dışında hiçbir manevi mesleği terviç etmediğini, bize siyasi olarak hiçbir telkinde bulunmadığını, seçim zamanlarında kendisine oy verilecek parti için istişare yapan kardeşlere istihare yap kardeşim diyerek dua tavsiye ettiğini, siyasetçilerin umumi olarak kirli yüzlerini ne kadar iyi anlattığını, insanlardan birçoğunun özellikle de İslam camiasında önde gelen fikir adamlarının ideoloji hastası haline gelerek İslam’ı bir ideoloji olarak yanlış yorumladığını ve İslam’ın ve imanın gerçek derinliğine inmekten uzak düştüklerini yıllarca ne kadar güzel anlattığını ve hiç yanılmadığını müşahede etmiştik. Evet onun meşrebi Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin Nurlarda anlattığı meşrebe tam tamına tevafuk ediyordu. Marifet ve hakikatte tok olmaz bir yolcu, büyük bir ihlas kahramanı, cemaat hayatında fani olmuş bir ünsiyet ve sohbet insanı, her daim ümidi ve müsbet düşünceyi telkin eden velayetin hangi mertebesinde olduğunu kavrayamadığımız bir fikir, aksiyon ve dava adamı idi. Onun arkasından bıraktığı en büyük miras, mal mülk değil istikametli düşünce hayatı ve bu hayatı benimsemiş ve bu hayatı bir ekol halinde yaşatması ve sonraki nesillere aktarması gereken talebeleri ve ders arkadaşlarıdır.
İstikameti ve Şevki
Mühim dava adamlarının en önemli özelliklerinden birisi de hâl ve kâlinin uyumlu olması ve her koşulda istikametlerini muhafaza edebilmeleridir. Ahmed Ağabey Kuş Sütü adlı Hikmetlere dolu kitabında bu konuda şöyle diyor: Hâl sahibi bir kimsenin bütün hâlleri bir hâl üzerine bütünleşmesi yani bütün hâllerin bir HÂL olması nadiren vuku bulan alâmet-i kemâldendir.? Ahmed Ağabey de sanki bütün hallerini tek bir hal yapabilmiş bir kimse idi. Genel olarak hem vakarlı, ama aynı zamanda mütebessim idi. Biz onu hiç bedbin, mutsuz ve yılmış görmedik. Risale-i Nur mesleğinin mühim esaslarından şevk-i mutlak esasını çok güzel yansıtıyordu. Derslere koşa koşa giderdi. Her daim şevkli, konuşması ümit aşılayıcı idi. Menfi konuşmalara hiç tahammül etmezdi. “Menfi konuşma kardeşim” diye uyarırdı. Trafikte ben ve diğer kardeşlerimiz Ahmed İhsan Ağabey ile bazen Anadolu Yakasından Avrupa yakasına Cuma akşamları derse giderdik. Trafik çok yoğun olurdu bu saatlerde. Ahmed Ağabey hiç sıkılmaz, üf püf etmezdi. Bize hep ağır ağır ama sağdan istikameti bozmadan gitmemizi tavsiye ederdi. Şerit değiştirmeye sıcak bakmazdı. Navigasyona bakmayı ve yolu kısaltmak için karışık yollardan gitmeyi de tasvip etmezdi. Yol açık olup da hızlı gittiğimizde sizin ihlasınız derdi.
Son Söz
Gece vakti gökyüzüne baktığımızda pek çok yıldız görürüz. Ancak güneşin doğmasıyla birlikte o yıldızlar gizlenirler. Aslında o yıldızlar sönmezler, bütün parlaklıklarıyla parlamaya devam ederler. Sadece bize görünmez olurlar. Çünkü Güneş gibi çok daha haşmetli bir ışık kaynağı onları görünmez yapmıştır. Asrımızda doğmuş en büyük güneş ise Risale-i Nur’dur. O Kur’an’ın Nurlarını bütün kâinata neşreden öyle haşmetli bir ışık kaynağıdır ki Üstad Bediüzzaman Said Nursi gibi bir zat bile o haşmetli ışık kaynağı zuhur edince gizlenmiş, sırrının sırrına saklanmıştır. Üstad Hazretleri gibi bir zat bile şahsını öne sürmeden Nurlara talebe olmaya kanaat etmiştir.
Bizim buraya kadar anlattıklarımız da katiyen Ahmed Ağabey’in şahsını ön plana sürmek, birilerini onun şahsına davet etmek değil tarihe bir not düşerek hem Ahmed Ağabeyimize vefa borcumuzu ifa etmek hem de gelecek nesillere, “işte böyle bir zat da yaşamış” diyerek onun hayatından ve şahsiyetinden örnekler sunmaktır. Bir kimse yine en iyi eserlerinden tanınır. Ahmed İhsan Ağabey arkasında pek çok hikmetli söz ve eser bırakmıştır. Bu eserleri çokça okuyarak bu zattan istifade etmeliyiz. Çoğu mühim zatların değeri en yakınları tarafından bile hayatları sırasında anlaşılamamıştır. Ahmed İhsan Ağabey de bize, “Sizin birisine ulaştıracağınız bir hakikati ulaştırdığınız kişi daha iyi anlayabilir.” derdi. Biz itiraf ederiz ki bu zatın kıymetini yeteri kadar bilemedik, inşallah bu yazıyı okuyup bu zatı bizden daha iyi tedkik edecek ve eserlerinden çok daha fazla istifade edecek kimseler çıkacaktır.
Bugün, çok değerli bir ahiret kardeşim, ağabeyim ile görüşürken kendisine talebesi olmaktan iftihar ettiğimiz Ahmed İhsan Genç Ağabeyimiz ile ilgili bir kısım mülahazalarımdan bahsettim. Kendisi bana bunların çok önemli olduğunu ve mutlaka yazıya geçirmem gerektiğini söyledi. Ben de bunun üzerine bu mülahazalarımı kâğıda dökmeye karar verdim, belki ileriki nesillerden bu tespitleri okuyacak ve faydalanacaklar bulunabilir.
En baştan belirtme lüzumu görüyorum ki bir kısım insanlar bu tespitleri, “şeyh uçmaz müridi uçurur” kabilinden bir talebenin hocasını abartılı anlatımlarla övme çabası olarak da değerlendirebilir. Böyle yapacakların düşüncelerine de saygı duyarım. Ancak elbette böyle düşünmeyecek ve bu anlatılanlarda hakikat paylarını bulmaya çalışacak araştırıcı ve meraklı insanlar da bulunabilir. Benim de muhatabım bu kimseler olacaktır. Şu konuda rahat olsunlar ki “aldanırız ama aldatmayız” meşrebince düşüncelerimiz samimidir. Yani illa ki birilerine bir şeyler ispat edelim, ikna edelim gayretinden ziyade, kalpte ve akılda doğmuş düşüncelerin ve hâsıl olmuş kanaatlerin dile getirilmesidir. Yanılma varsa da, yanıltma gayreti yoktur. Bundan dolayıdır ki bu düşüncelerimizden mesul olmayız, inşallah.
Ahmed İhsan Ağabey’in yıllarca derslerine katıldık. Kendisinden çok fazla şeyler öğrendik. Kendisinden Allah ebeden razı olsun. Ondan öğrendiklerimizin her birisi ahiret âlemimizi parlatmaya yetecek önemdeydi. Tabi biz, ahir zaman insanı olarak, kimi zaman gafletle, kimi zaman derd-i maişetin verdiği sersemlikle, bu hakikatlere muhatap olabilmenin hakkını tam olarak veremedik. Eğer bu hakikatlere ve hikmetlere tüm letaifimiz ile teveccüh etseydik bugün belki her birerimiz küçük bir Bediüzzaman veya Ahmed İhsan Genç olabilirdik.
İşte o sırların en önemlilerinden birisi “dua” ibadetidir. Ahmed Ağabey “dua” ibadeti üzerinde çok durur derslerde duanın ehemmiyetini anlatırdı. Bu kadar tahşidata rağmen üzülerek belirteyim ki bu ibadete hala hak ettiği değeri gösteremedim. Hâlbuki Ahmed Ağabey, derslerde bu konuyu sıkça işlemekten başka, dua üzerinde müstakil bir kitap, bir el kitapçığı ve pek çok mektup da yazdırmıştı.
Özet olarak ifade etmek gerekirse, duanın olmadığı ve kapsamadığı kâinatta hiçbir alan yoktur. Vücuda gelen her şey, bir duanın neticesidir. Hatta bizde zuhura gelen fevkalade gelişmeler, meziyetler de ya bizim önceden yaptığımız bir duanın ya da bir başkasının duasının semeresidir.
Dua kitabının öncüsü olan, dua el kitapçığından da birkaç örnek verelim. Mesela,
“İstanbul’un fethi Fatih’in duasıdır.”
Yani, İstanbul’un fethi, toptan, tüfekten önce Fatih Hazretleri’nin samimi ihlas ile duası sayesinde gerçekleşmiştir. Diğer sebeplerin tesiri yoktur, ya da onlar da fiili duanın bir parçasıdır.
Bir diğer örnek: “Hz. Mehdi, ümmetin asırları dolduran duasıdır.”
Yani, Mehdi (a.s.), yüzyıllardır ümmetin yaptığı ısrarlı dualar ve özellikle ahir zamandaki dalalet ve küfür cereyanlarına karşı çaresiz kalan ehl-i imanın hidayet noktasındaki ihtiyacının karşılanması için yapılan kesretli ve şiddetli duaların neticesi olarak zuhura gelecektir. Yani bu noktada bir ihtiyaç ve dua olmasaydı, Mehdi (a.s.) da zuhura gelmeyecekti.
Bir gün Ahmed İhsan Ağabey ile baş başa oturuyorduk. Ahmed Ağabey bu konulardan bahsediyordu. Konu Üstad Bediüzzaman Hazretlerine geldi. Ahmed Ağabey, şu ifadeyi kullandı: “Risale-i Nurlar her halde bu ümmete ihtiyacına binaen ikram edilecekti. Ama Nurlar neden bir başkasında değil de, Üstad Bediüzzaman Hazretlerinde zuhura gelmişti? Bediüzzaman olmasaydı, bu Nurlar yine ihtiyaca binaen ümmetin duası olarak zuhura gelecekti, ama bu kişi bir başkası da olabilirdi. Ama Bediüzzaman olmuştu. Çünkü, en güçlü ve en tesirli duayı O yapmıştı.. ve bu zuhurata manen en layık O idi.”
Kendisi devam ederek dedi ki, “Ben de Nurların ilk zuhuru sırasında sanki o ilhamları kalbimde hisseder gibi hissederdim. Hatta yazdıklarım da bir nebze onlara benzerdi.”
Demek ki, Ahmed İhsan Ağabey de kalben ve ruhen, duasıyla o hakikati yakalamaya çok yaklaşmıştı.
Ahmed İhsan Genç ile ilgili bir diğer tespitim de, onun bizim sınırlarını kavrayamadığımız kadar velayet gücü yüksek bir insan olmasıdır. Bu tespitimi neye dayandırdığımı birkaç farklı olayla anlatacağım.
Birincisi, Ahmed İhsan Ağabey, henüz çocukluk yaşlarından (5-6), dedesi Çömez Ahmed Efendi’nin medresesinden itibaren başlayarak, hep ilim ve irfan peşinde koşmuş, kendisini yetiştirmek için çok gayret göstermiş. Burada ilmin ehemmiyetini anlayan Ahmed İhsan Genç, hayatı boyunca Allah’tan kendisine ilim vermesi için yalvarmış, dua etmiş.
Akranları oyun oynarken, onun ilgisini oyuncaklardan çok âlimler ve ilim ehli çekmiş. Hep ilim meclislerinde, acaba değerli, istifade edilebilir birisi bulabilir miyim diye insanları küçük yaşlarından itibaren süzermiş.
12-13 yaşlarında, bulduğu her ne varsa okuyan bir insan olmuş. Doğu klasiklerinden, batı klasiklerinden, hikemiyattan ne bulursa gece sabahlara kadar okurmuş. Kendisini o kadar yetiştirmiş ki 15 yaşlarında gencecik bir çocuk iken o zamanın meşhur Edebiyat profesörü Ali Nihat Tarlan ile muhasebeler yaparmış.
Ahmed İhsan Genç henüz 15 yaşında iken maneviyat âleminin büyük mürşidi Mevlana Hazretleri ile manen kucaklaşmış. 20 yaşlarına geldiğinde oluşturduğu ders halkasına mühim şeyhler ve hocalar da katılırmış. O hocalar bu genç adamdaki farklılığa dikkat eder, şaşırırlar “sen bizden bir şey saklıyorsun” derlermiş.
Ahmed İhsan Ağabey, ses kaydı da bulunan özel bir muhasebemizde bana şöyle demişti: “Onlar velayeti sinne (yaşa) bağlıyorlardı. Halbuki onlar bilmiyorlardı ki her kanunun bir şâzı (istisnası) olur.” demişti.
Bu sözüyle Ahmed İhsan Ağabey şunu ima ediyordu: Onlar bendeki yüksek velayet gücünü fark ediyorlar, ama yaşım çok genç olduğu için bu yaşta velayet kazanılması pratik bilgilere çok uyan bir durum olmadığı için buna bir anlam veremiyorlardı. Halbuki her kanunun bir istisnası olabileceğini akıllarına getirmiyorlardı.
Ahmed İhsan Genç’in, yüksek bir velayete sahip olduğunun ikinci karinesi ise yine kendi anlattığı gerçek bir olaya dayanmaktadır.
Maneviyat âleminin bir büyüğü, büyük mürşidi olarak Mevlana’yı henüz on beş yaşındayken sevmiş, kucaklamıştım.