Resulullah (sav)'a biri abid diğeri alim iki kişiden bahsedilmişti. "Alimin Abide üstünlüğü, benim sizden en basitinize olan üstünlüğüm gibidir" buyurdu. Ravi: Ebu Ümame Tirmizi, İlm 19, (2686)
Bismillahirrahmanirrahim,
Ahmed İhsan GENÇ Ağabeyimizin aramızdan maddeten firakı neticesinde siz değerli ağabeylerimin ricası üzerine, onu kendi aciz ve günahkâr kalemimle gücüm yettiğince güzelce tanıtmak ve tarif etmek istiyorum.
Herşeyden önce Ahmed İhsan Ağabeyden o kadar çok istifadem oldu ki bunu belki bu kısa yazıda anlatmak mümkün olmayacağından inşallah deryadan bir katre misâli haber verebilirim. Hatta bu yazımı okuyan muhataplara iddialı gelse de ?Belki bu zamana kadar bizzât istifade ettiğim, şahsen tanıştığım ve görüştüğüm en kıymettar insan Ahmed İhsan GENÇ ağabeyim olduğu gibi ölene kadar da böyle kalacak.?.
Ahmed İhsan Ağabey neden benim için bu kadar büyük bir kıymeti haiz diye sorarsanız biz aile boyu ona vefa borçluyuz diyebilirim. Çünkü kendisi öncelikle babamın Risale-i Nur?lar ile tanışmasına vesile olup ciddi manada dindar bir hayata adım atmasına sebeb olmuştur. Akabinde babamın annemle evlenip, annemin de Risale-i Nur ile bağlanmasında ve biz çocuklarına da bu güzel Nurları sevdirmelerinin en baş müsebbibi hep Ahmed İhsan GENÇ Ağabeyimizdir. Kendisi babamla tanışmasından itibaren babamın bitip tükenmek bilmeyen sorularına ve istişarelerine karşı sabırla ve anlayışla muhatap olmuş. Muknî, makul ve menfaattar cevaplar vermiş. Akabinde bizlerin de hep meseleleri ile yılmadan, usanmadan ilgilenmiştir. Biz ebedi hayatımızın inşallah kurtuluş vesilesi olacak Nurlar?ı Ahmed İhsan abiden öğrendik, onunla tanıdık ve bildik. İnşallah ona layık ders arkadaşları olarak âhirette de bir ve beraber oluruz.
Bu yukarıda anlattığım meseleye göre Ahmed İhsan Ağabey babamla tanışmasından beri yaklaşık 30 küsur sene bilfiil ders arkadaşlığı ve kardeşliği yapmış. Ben de aklım biraz ermeye başlayınca üniversite dönemlerinden beri 7-8 sene fiilen birlikte olma fırsatı yakaladım, inşallah ders halkımızın güzide abiler ve kardeşleri ile çok güçlü ve çok güzel ebedi dersler aldım. Ahmed İhsan Ağabey haftanın belki her günü derste olan, vaktini derslerle geçirmeye çalışan biriydi. Biz yaşlılığında dahi 85 yaşını geçmesine rağmen haftada dört-beş gün derse gelen, ders yapan, Fatih?teki dershaneyi 5 katlı olmasına rağmen adeta tırmanış yapan bir insan gibi sabırla kollarımıza girerek çıkan manen daima cevval bir ruh insanıydı. Bu derslerini de nerdeyse hiç sektirmeden takib ederdi. Bize ?Dersler adiyattan(yani adetlerden) mı yoksa ibadattan mı?? diye soran ve ibadetlerindeki şuur ve hassasiyetle müthiş bir ders aşığıydı. Allah ebeden razı olsun, bu güzel ahlâkıyka tahalluk etmeyi nefsimize kolaylaştırsın.
Peki Ahmed İhsan Ağabeyden bu kadar sürede ne öğrendin diye sorsanız herhalde en başta Rabbimizin bizden Kur'an ve sünnet vasıtasıyla istediği, en birinci farzımız olan hakiki İMAN'ı öğrendim. İmanın özünü, yani Rabbimizle tanışmayı, O'na hakikaten inanmayı gördüm. Bu tanışmanın akabinde hasıl olan inancın tevekkülüyle sıkıntılar, belalar ve musibetler karşında Rabb?ime dayanmayı ve güvenmeyi ders aldım. Bu nihayetsiz kıymettar hakaikı, hep Resailin-Nur vesilesiyle bize bildirdi, gösterdi, açtı ve sevdirdi. Bizlerin ufkunu sürekli açmaya çalışarak, imanda terakki suretiyle marifetullaha; yani Rabbimizi daha fazla tanımak ve bilmeye sevk etti. Bu marifetteki terakkinin muhabbetullahı netice vererek, dolayısıyla hakiki ve iyi bir insan olabilmemin en büyük bir saiki olduğunu bildim. Aynı zamanda bu muhabbetullah, yani Rabbimize olan sevgimiz, samimiyetimiz ve yakınlığımız da iyi bir insanda tebarüz eden güzel faziletlerinin de şaikası; yani motor gücüydü.
Ahmed İhsan Ağabey bu kıymettar güzelliklere daima teşvik eder ve biz ders arkadaşlarına sürekli ?İyi birer insan olun; ahad-ı nastan, yani insanlardan bir insan olun; potansiyel insandan hakiki insana terakki etmeliyiz.? gibi belki farklı söyler fakat aynı noktaya parmak basardı. Bizim istidat ve letaifimizi işletmek suretiyle neşv-ü nema bulmak için, kuvveden fiile çıkmak hususunda gözümüzün pasını silmeye çalışırdı. Mesela onlardan ?kalp telefonu? diye bir latifemizi çokça vurgular. Bu insanî cihazımızın işletilmesi için ?hutura? dikkat çeker. Kalben ve ruhen diri ve uyanık olmamızı isterdi. Basiret ve firasetimizin artarak kendisine anlayışlı ders muhatapları olmamızı arzulardı.
Ahmed İhsan Ağabey anlayış ve tefekküre ve bunların vesilesi olan hikemiyata sonsuz derece kıymet verirdi. Ulumun ve hakiki hikmet olan marifetullahın anahtarı olan ?iman-ı billah? için bizi daima okumaya ve anlamaya, Nur'larla tahkike ve gayrete teşvik ederdi. Neden bu anlayış meselesi bu kadar kıymettar olsun ki diye düşünüyorsanız Ahmed İhsan Ağabey ?Bir saat tefekkür bir sene nafile ibadetten hayırlıdır.? hadisini zikr eder ve hadiste ?saat? olarak geçen lafzın ?bir an? manasında olduğundan bahisle, bir anlık Rabbine murakebe temin etmenin ve O?nu hakiki manada keşf etmenin herşeyden kıymettar olduğunu nazara verirdi. İşte Rabbimize karşı bu yakınlığın anahtarı olan ilim ve irfanın vasıtası olarak okumayı son derece seven Ahmed İhsan Ağabey hepimizden çok okur, çokca tefekkür ederdi. Hiikmet ve hakikatlerin inceliklerini daima keşfe çalışan bir marifet avcısıyken aynı zamanda yakaladığı manaları, nükteleri Kuş Sütü adını verdiği vecizeleri ile nakışlayan gayet sanatkâr bir nakkaştı.
Biz ders arkadaşlarını da okumak ve yazmak hususunda faklı farklı güzel dersleriyle teşvik ederdi. Öncelikle Kur?an?ın ilk ayeti olan ?oku? emrinin muhatabı olan bizim insan olarak, hayvanlardan farklı olduğumuzu; bu farkın da okumak suretiyle hakiki manada inkişaf edeceğini ders verirdi. Şöyle ki beşikten mezara kadar bir şeyleri öğrenmeye muhtaç olan insan, on beş yaşında ancak doğruyu yanlışı yeni yeni seçiyor ve hayatının sonuna kadar öğrenmeye, tahsil ve terbiyeye ihtiyacı devam ediyor. Hayvan ise bizim aksimize ya iki günde, ya iki haftada yahut iki ayda tüm hayat şartlarını öğrenerek daima aynı şeyleri yaparak hayatını geçiriyor. İşte insan hayvan gibi devamlı aynı şeyleri yaparak hayatını geçirmek için değil, daima bir şeyler öğrenerek terakki etmek için buraya gönderilmiş. İşte bunu temin edecek aklımızı işletmenin, kalb ve ruhumuzu tahrik etmenin herhalde en müessir yolu okumak ve anlamakla mümkündür. Okumanın yanı sıra yine Kur?an?da kaleme yemin eden Rabbimiz'in mesajını bize ihtar ile kalemin mübarek bir alet olduğunu, onu besmele ile almak lazım geldiğini söylerdi.
Ahmed İhsan Ağabey, okumak hususunda farklı bir pencereden bakabilmek adına bize ümmetin kültür ve fikir hayatının taravetdar meyvelerini ihtiva eden Risale-i Nur'un orjinal derslerine çokça dikkat çekerdi. Bunlar içerisinde bilhassa ?kâinat kitabının okunmasını? şiddetle tavsiye eder, idrakini arzular ve ekseriyetle nazara verirdi. Şimdiye kadar ancak dirayet tefsiri yapabilecek ve son derece âlim bir zât tarafından dile getirilebilir bir hususiyet olan bu ?imam-ı mübin? ve ?kitab-ı mübin? ayetlerinin tefsiri; bizlerin iki şeriatle mesul olduğumuza işaret ediyor derdi. Lütfen dikkat!!! Bu kafamıza girsin diye çok uğraşırdı -inşallah güzelce anlarız-. Tenzilî yani nazil olan şeriat dediğimiz Kur'an'ın nasıl ayetlerini okuyor ve amel etmek mecburiyetinde isek tekvinî, yani yaratılış ayetleri denilen kâinatın da bir nevî mücessem Kur'an olarak Rabbimizi bize tanıtıp, haber verdiğini göz ardı edemeyiz. Kâinat da bir Kur'an gibi ayetlere sahip, mevcudat denilen bu yaratılan ayetler bize Rabbimizi bildiriyor, manalar ifade ediyor. Bu mana ve mefhumların da okunup anlaşılması icab ediyor. Çünkü Kur'an da kâinatı okuyor. Bu antika dersi Risale-i Nur?a havele ederek kelam ve kudret sıfatlarından tezahür eden bu tenzilî ve tekvinî şeriatlara uygun hem indirilen hem yaratılan ayetleri doğru okumayı ve anlamayı Rabbimiz bizlere rızası istikametinde mucibince amil kılsın, amin. İşte bu iki şeriatın dersini Ahmed İhsan Ağabey çok vurgular, anlaşılması için dünya seyyahı gibi Risale Nur'un derslerinden istifade ederek, bu meseleye çok orjinal tahşidat ve tahkimat yapardı.
Belki bu çeşit tekvinî, yani yaratılışa ve mevcudata yönelik ilginç bir okumayı ilk defa duyuyor olabilirsiniz fakat neden olmasın? Akıl ve kalbimizin gözü açılır da bu manaları basar ve basiretiyle göremez mi? Söylediğim hakikatler lütfen bize ütopik ve hayalî gelmesin. Çünkü Ahmed İhsan Ağabey Nur mesleğinin karakterini hakikat mesleği olarak bilir ve nazara verirdi. Nurlar da bunu zaten ayan beyan isbat ediyor. Biz hayalci değiliz elhamdülillah, hakikat yolunda olmak azmindeyiz inşallah. Belki bu ciddi ve yüksek marifetlere biz aciz ve güçsüzler nasıl ulaşacağız diye düşünebiliriz? Yine, yeniden, tekraren okumak ve anlamak derim. Evet birinci sınıfa giden bir talebe üniversite seviyesindeki ders kitaplarını okuyamaz, okusa da anlayamaz. Fakat seneler boyunca elde ettiği marifet, belki onbeş-onaltı senelik bir eğitim hayatı sonrasında o üniversite kitaplarını çocuk oyuncağı gibi kolay ve anlaşılır kılar. Hatta daha da merakla okuyarak kendi mesleğinde ihtisas ile çok daha fazla derinleşebilir. O zaman maddi sahada yıllar isteyen okumalarımızın meyvesini; aklî, kalbî, tefekkürî ve manevi sahada da toplamak için de yine aynı şekilde gayret ve sabırla yılmadan okumalıyız ve anlamalıyız, inşallah da anlayacağız.
Neredeyse baştan aşağı okumak ve anlamak üzerine tahşidat yapan bu yazıda Ahmed İhsan ağabeyin bu yönünü çok kıymettar biliyorum. Belki bu hususta kendimi zayıf hissettiğim ve malumatfuruşluk yapmamam hususunda değerli ağabeyimin nasihatlerinin tesiri de büyüktür. Allah ebeden razı olsun, şimdilerde biraz biraz daha iyi idrak etmek lütfuna sahip olduğum bu nasihatleri aslında hepimizin en kıymettar hazinesidir. Ahmed İhsan Ağabey ile umrede beraber olmak kısmet olmuştu. Ben de orada yapılan dualar makbul olduğu cihetle ağırlıklı dünya menfaati doğrultusunda taleplerde bulunuyordum. Ahmed İhsan Ağabey üstü kapalı üçüncü şahıslardan bahisle işte ?bazıları buralara ahiret ticareti icin değil de gelip dünyası için, ticareti ve menfaati hesabına isteklerde bulunuyor, belki zengin olmak istiyor temenni ediyor? diye ortaya konuşmuş. Akabinde ?Fakat ben sizlerin hakiki zenginlerden olmanızı istiyorum.? demişti. O zaman dualarım cihetinden utanmış fakat bu güzel sözünü ise pek iyi anlayamamıştım.. Sonradan Ahmed İhsan Ağabey yanılmıyorsam Fatih?teki bir derste bu ifadeyi tekrarlayarak noksanımızı bir derece daha ikmal etti. Şöyle ki: ?Ben sizin hakiki zenginlerden olmanızı istiyorum, yani ilim ve fikir hayatında hakiki manada derinleşmenizi istiyorum.? demişti. İfadeyi aynen aktaramasam da manası bu minvalde zihnimde kalmış.
Yine bu umremizde çok kıymetli olduğu için Ahmed İhsan Ağabey ile alakalı bir kaç hatıramı zikr ederek konuyu bağlamak istiyorum. İhlâsın sırrını ders veren Risale-i Nur'daki hikmetli dersleri bir Kuş Sütü olarak ?Kemal-i ihlâs, kemal-i istiğnadır.? diye Ahmed İhsan ağabey formulize etmişti. Daha önceden bu antika ve elmas kıymetinde vecizesini yazmışsa da şahsen o sırada ilk defa muttali olduğumu zannediyorum. O zaman da çok sevinmiştim. Umremizin belki en kıymettar meyvesi budur. İhlâsın sırrını inşallah öğrendik, daha ne isteyelim ki... İşte bu maddi manevi herşeyden istiğna ile Rabbimizin rıza ve rıdvanı olan gına-ı İlahî ile zenginleşen bir kul sair zenginliklere tenezzül etmezmiş. Bu mananın ifadelerini de yine başka bir mektubunda Ahmed İhsan Ağabey?den okudum. Binlerce Maşallah, Barekalllah ne büyük bir karîha ve idrak ve anlayış... Evet insan hocasını, ağabeyini, Üstadını de inşallah takdir edebilir. Bu ne muazzam bir ifade ve tefekkür, ne güzel bir öz ve lüb... Lütfen bu yazdıklarımdan dünyadan el etek çekmek manası anlaşılmasın, fakat dünyayı kalben terk etmek; zihnen lüzumsuz meşgul olmamak cihetinden bunun kıymetini nazara vermek istiyorum. Rabbimiz bizlere de böyle firaset-i iman nasib etsin.
Yine kemal-i istiğna ve zenginlik hususunda Ahmed İhsan Ağabey bir gün bana telefon ederek bir hikâye anlattı. Böyle güzel ders vermek için görüşmemiz bir elin parmaklarını belki ancak geçer. Yani esasında benim için çok özel ve kıymettar bir hatıradır. Bir sultanın bir fakire telefon açması onu çok memnun ederdi herhalde. Benim ihlâs ve zenginlik konusundaki zaafımı fark ederek belki nazikçe uyarmak ve kafamın ayması için bu dersi daha fazla tahkim etmek hesabına anlattığı hikâyesi şöyleydii: Bir padişahın herkesten ziyade sevdiği bir kölesi varmış. Kölesine o kadar çok değer veriyormuş ki yakınları tarafından son derece kıskanılan bu kölenin kıymetini padişah; vezirlerine, komutanlarına ve yüksek rütbeli memurlarına göstermek için bir gün sarayında büyük bir ziyafet sofrasının tertib olunmasını emretmiş. Sonra ziyafete iştirak ile davet olunan bu zâtlar padişahın huzurunda yemeklerini yerken padişah o kölesine hazine odasına giderek içi dolu en değerli bir sandığı getirmesini istemiş. Sandık gelince padişah sofradakilere hitaben ?Ey benim etbaım olan zevât, şu gördüğünüz sandıkta en değerli elmaslar, yakutlar ve zümrütlerimden var. Şimdi bu hazinenin kapağını açıyorum. Bu salonda bulunan kim varsa ne alırsa onundur.? demiş. Akabinde büyük bir curcuna ve karmaşa olmuş. Davetliler birbirileri ile alt alta üst üste boğuşarak o hazineden bir şeyler kapmaya çalışmışlar. Ardından bir süre sonra padişah ?Tamam, yeter.? diye emretmiş. Bu kargaşaya son vermiş. Sonra o kıymetli kölesine yönelmiş ve herkes de ister istemez ona nazarını çevirince kölenin o boğuşmalara hiç girmediğini fark etmişler. Padişah ?Ey kölem, sen neden bu hazineye tenezzül etmedin, istiğna gösterdin, diğerleri gibi bir şeyler almadın?? diye sorunca ?Padişahım, sevgili sultanım! Ben sizi o kadar çok seviyorum ki, böyle boğuşmalarla bu menfaatler için, sizinle meşguliyetten geri kalmak istemedim? şeklinde cevap vermiş. Padişah ?İşte şimdi anladınız mı neden sizden çok bu kıymettar kölemi seviyorum??demiş. Yine birebir, katıngısız aktaramasam da hikâye bu manadaydı. Sultanlarını maddi menfaatleri veya belki manevî makam ve mevkileri kazanmak cihetinden menfaatleri için seven maiyyetine nazaran, onu zâtı için seven bu fakir kul, candan köle daha samimi bir muhabbet beslemiyor mu? Hem o köle iltifat dahi etmediği sultanının hazinesine karşı, onun himayesinde belki başkalarına karşı çok daha zengindi. Sultanın kurbiyeti, yakınlığı ve onunla meşguliyet başkalarının sahip olamayıp, elde edemediklerinden hased ettikleri hakiki bir zenginlik değil miydi ?...
İşte Ahmed İhsan Ağabey, biz ders arkadaşlarına ve kardeşlerine Sultan-ı Ezel ve Ebed olan Mâlik-il Mülk-ü Külli Şey olan Rabb-i Rahimimizin rıza ve rıdvanına eren hakiki zenginler sınıfına dahil olmamız için tüm gücüyle bir şeyler anlatmaya çalışıyor ve daima ders veriyordu. Akl-ı maaş değil, akl-ı maaddan olarak ?Her ders hasılat-ı ömürden müstakil bir cevherdir.? diyen Maraş Müftüsü Osmanlı Ulemasından dehrî bir alim olan merhum Hafız Ali Efendi?nin bu kıymettar sözünü tekrar tekrar hatırlatarak başta ebedi hayatımızın saadet vesilesi olan derslerimizi kıymettar pırlantalar ve elmaslar bilerek, dünyanın cam gibi parlak menfaatlerine ihtiyaç nisbetinde meşguliyeti tavsiye ile aldanmamamızı tenbih ediyordu.
Dünyanın ekseriyetle parlak ve göz kamaştırarak, nefsimizi celb ve cezb eden boyalı ve aldatıcı fakat özünde çirkin yüzünden; hakiki ve güzel yüzleri olan Esma-ı İlahiye'ye ayinedarlık cephesine ve ahiretin mezrası cihetine teveccüh edebilmeyi Rabbimiz bizlere de nasib etsin. Buraya kadar yazdıklarımdan ötürü kusurlarımızın, günahlarımızın affını temenni ederek ve tüm esma-i hüsnayı şefaatçi yaparak Rabbimiz bizleri ihlâs-ı tamme muvaffak kılsın. Allah?ım bizi hadsiz derecede kıymettar Efendimiz'e (Aleyhisselatuvesselam) layık bir ümmet, Risale-i Nur ve Üstad?ımıza(Radiyallahu anh) layık bir talebe, Ahmed İhsan Ağabeyimize(Rahmetulllahi aleyh) de layık muhataplardan eyle. Ahirette senin huzurunda utandırma, Allah'ım sen affedicisin, ikram sahibisin, affetmeyi seversin, bizi cümleten affet ve ağabeyimizin kabrine de nurlar yağdır. Amin, amin, amin...
AHMED İHSAN GENÇ AĞABEY’İN ÇOCUKLARLA MUHABBETİ VE ALAKASI
Ahmed İhsan Ağabey derse gelen çocuklar ile dahi özel ilgilenirdi. Onlara muhabbet eder ve onlardan özellikle dua isterdi. Çocukların Ahmed İhsan dedesiydi. Onlara büyük kıymet verir, istikbalde büyük hizmetler yapacak kıymetli insanlar olduklarını hissettirirdi. Bunu kendi üslubunda belli bir talim ve terbiye metotları içinde yapardı. Küçüklüğümden beri şahit olduğum kadarıyla ki şu an yirmi sekiz yaşındayım, bize akseden bazı güzellikleri size arz etmeye çalışacağım.
Ahmed İhsan Ağabey bizim çocuk yaşlarımızda babalarımızın elinden tutup derse getirilmemizi onlara nasihat ederdi. Zira gafletimiz ile evlatlarımızı bizden alıyorlar, belki çalıyorlar diye buna ehemmiyet veriyordu.
Elbette dershane ortamı bir çocuk bakımından çok cezbedici olmayabilir diye düşünülür, fakat onu sıkmadan getirmek; belki inşallah onun ruhunda güzel müsbet neticelerin bir filizi olur. Benim hatırımda kalan belki en olumsuz hâl dersler bazen uzamasıydı. Ne zaman bitecek diye sabırsızlanır, saate bakardım. Gücüm yetmeyince de gidip arkada uyurdum. Dershanede oyuncak dahi olmazdı ama bir top bile ara ara vakit geçirmek için kıymetli hâle gelirdi. Latifesi bir yana belki çocuğa sabır talimi gibiydi.
Peki, Ahmed İhsan Ağabey başka neler yapardı? Mesela aralarda belki yemekte sizinle alakadar olur, bir çocuk seviyesinde sizlerle çok kısa da olsa sohbet ederdi. Derste ise nadiren soru da sorardı. Bu sorular ya cevaplayacak kadar basit olup, akabinde cevabınıza mukabil bir tebrikle sizi onore eder ve çok sevindirirdi. Çocuklar büyümek ister, mesela büyüklerin dersinde "Seni kim yarattı?" gibi derse müteallik soruya iftiharla "Allah" diyen bir çocuk bizleri ne kadar mesrur eder ve onu tebrik ona neler hissettirir?..
Aklım biraz ermeye başlayınca Ahmed İhsan Ağabey’in derste anlattığı kahramanlık hikayeleri ve hizmet mücahedelerine dair hatıraları çok tatlı şekerlemeler olurdu. İşte bir kahraman zât düşmanlarına karşı fikri veya maddi zaferler kazanıyor. O kahraman veya onun gibi olan kimseler şimdi karşımda oturuyor. İster istemez o çocuk hâlinizle bunlara ilgi ve muhabbet duyuyorsunuz. "İnşallah ben de böyle kahraman bir insan olmalıyım." diye çocukça düşünürdüm. Anlatılanlar çok ulvi geliyor ve bunu basit çocuk ruhunda hissedebiliyorsunuz. Bir de Ahmed İhsan Ağabey mesela küçük veya yaşı biraz daha genç olan bize bir rota tayini ve hedef gösterme olarak "İşte bizim filanımız da böyle olacak, böyle namaz kılacak, böyle güzel bir insan olmak istiyor" diyerek şevkimizi ve gayretimizi hayra sevk ederdi. Bize inanıldığını görürdük.
Risale-i Nur'da insanı yaşatan ümittir veya doğrudan ifadesiyle "İnsanı canlandıran emeldir, öldüren ye'stir" diyor. İşte yakın bir zaman sonra ilk gençlik devresine adım atacak küçük bir çocuk için bunlar ileride manevî hastalıklara veya şeytanlarına karşı direnci yüksek olsun diye yapılan manevî Nur aşılarıdır. Ahmed İhsan Ağabey kendisi "ferdî aşılamacılık" diye tarif ettiği bu sistemine çok ehemmiyet verirdi ve bizzat tatbik ediyordu. Naçizane kanaatim bir insanın terbiyesi basit ve üstünkörü bir iş değil, bilâkis başka şeylerin terbiyesine kıyasla çok ciddi emek isteyen ve mühim bir birikimle yapılacak dirayet meselesidir. Allah bizi de ağabeyimiz gibi böyle hizmetlerde muvaffak kılsın.
İşte bu nur aşıları bize çok yardımcı olurdu. En azından zararlı virüsler gibi bulaşıcı dalalet hastalıkları, gençlikte zayıf bünyeleri harap edebilmektedir. Kâmil Jiliptay Ağabey’imizden duyduğum kadarıyla Ahmed İhsan Ağabey, gençlik döneminde yetişkinliğe bir geçiş yaşanırken bunu hastalıklı bir zaman, bir nevi nekahet dönemi gibi tarif edermiş. İşte bu vakitlerde sizi teselli eden inşallah nefsime ve şeytanıma karşı şimdi kaybetsem de mücadeleden vazgeçilmez, vazgeçmem diye kararlı olmaya sevk eden veya yeniden canlandıran bu ümidin tohumlarıdır. "İnşallah muvaffak olacağım. İnsaniyetimiz galip gelecek, galip gelmeli. Zira bana inanan abilerim var. Benden beklenen bir hizmet var. Bana yüklenen bir vazife var." diye düşünceleri hep derslerin aşıları neticesinde sizi şevk ve gayrete getirir. Şeytanın en büyük silahı olan ümitsizliğe Rabbimizin Kur'an'da bize mühim bir emri olan "Lataknatu" ile karşı koyulurdu. İşte bizim ders halkamızda belki herkesin duyduğu "Her ders hasılat-ı ömürden müstakil bir cevherdir" sözünün tek bir misali bize abimizin verdiği bu kuvvetli ümittir. İnşallah daha çok istifade ederiz ve başkalarının da yeni bir şevk ve taze bir gayrete gelip iyi ve hakiki insanlar olmasına yardım ederiz.
Bir başka önemli husus çocukken ben babamla başka bir yere derse gitmiştik. İki kişi konuşurken babamın yakın arkadaşı olan kıymetli bir zât (yanılmıyorsam önce ezan okumayı bilip bilmediğimi sordu ve ben hayır dedim sonra) bana doğru bakarak "Bunlar daha ezan okumasını dahi bilmiyorlar" diye bir ifade kullanmıştı. Burası da bir Nur halkasıydı. Söyleyen ise orada kalan vakıf zâta belki uyarı yapıyordu ama elbette size çok tesir ediyor. Çok müspet olduğunu söyleyemem. Benim annem ve babam üniversitede dindar bir hayata adım atmışlar. Durum farklı bile olsa yine Ahmed İhsan Ağabey’in deyimiyle bu zamanda cemiyet insanını iyi yetiştirmiyor. Bunu bilemeyebilirim. Farkında olmadan bir çocuğun kalbi kırılıyor. Fakat bundan ötürü başka yerlerde "Ey filan, ezan oku veya tesbihat yap." denilince ben de "Ahmet tesbihat yap" diyecekler diye çekinirdim. Mahcup olacağım diye göz önünde bulunmak istemezdim. Sonradan yine Ahmed İhsan abiler ile derse katılınca böyle endişelerim devam ediyor ama Ahmed İhsan abi veya başka bir abimiz beni tesbihat bilmediğim için hiç kınamadı. Yavaş yavaş buna fark edince sonradan rahatlamıştım. Ahmed İhsan Ağabey, "Filan şunu bilmen lazım" diye belki hiç zorlamazdı. Ama tavsiye ederdi. Tesbihatı yapmamızı veya salavat ezberlenmesini çok kıymetli bulur çok tavsiye ederdi ama "Filan şu vakte kadar şu salavatı ezber et" demezdi. Bunu teşvikler ile fıtrî bir şevk uyandırarak yapmayı hedefliyordu belki de. Hatta Ahmed Uğur ÇİNİ abimiz tesbihatları yaparken ben ona özenip ism-i azam duasını on yaşlarında iken küçük bir dua ama yarıya kadar ezberledim. Fakat tüm namaz tesbihatını -yine kısa olmasına rağmen- ancak üniversitede ezberledim. Hâlâ hatalarım olur ama abilerimiz tatlı tatlı söyler. Naçizane çocuk terbiyesinde veya dershane usulünde bıktırmamak veya rencide etmemek herhalde çok mühimdir.
Ahmed İhsan Ağabey, dersten gelen babamla bana çokça selam da gönderirdi, sorardı. Benim de göğsüm kabarır, "Demek ki beni seviyorlar." diye sevinir ve derse gelirdim. Belki bir çocuğu cezb edecek hiç bir oyuncak olmamasına rağmen ilkokula giderken bunu yapardık. Hatta babam sıfır kollu atletle sokakta oynarken bile bana sormuş, derse gelmek istemiştim. Gidince de çok büyük bir hürmetle karşılanıyordum sanki. Belki o gün "Derse böyle gelinmez." dendi veya denmedi ama bir önemi yok. Ben büyüklerle büyük olmuştum, büyüyordum.
Biraz daha lise çağlarında Ahmed İhsan Ağabey sürekli bana "Çalışkan Ahmed’imiz" diye hitap ederdi. Ben açıkçası tembel olduğunu düşünüyordum. Artık gide gele "Yahu, benim çalışkan olmam lazım." dedim. Ahmed İhsan Ağabey’im beni çalışkan biliyor, bana tembellik yakışmaz diye okul derslerimde de gayretimi arttırmıştım. Ahmed İhsan Ağabey, yine Kâmil Ağabey’den duyduğuma göre, "İnsan telkin avaresidir" dermiş. İşte müşahhas misali, hatta 2011-2012 yıllarında lise sonda üniversiteye hazırlandığım döneme ait bir Risale-i Nur dersimizin videosunda Ahmed İhsan Ağabey ile üniversiteye hazırlık ile alakalı dershaneye yönelik bazı şeyler konuşuyoruz. Bunu unutmuştum, çok sevindim. Bazı video ders kayıtlarında mesela Ahmed İhsan Ağabey’in kucağında oynayan Mustafa Jiliptay'ın çok hoş görüntüleri var. Mustafa'yı tanırım. Bize hemen çok yakınlık göstermezdi ama dedesi gibi Ahmed İhsan Ağabey ile yaklaşıyordu. Belki özetle Ahmed İhsan Ağabey çocukla çocuk, talebeyle talebe olur ona göre sizi muhatap alırdı, kıymet verirdi. Dikkat ederseniz kıymet verilmesine vurgu yapıyorum. Bu hissimin fıtrî boyutunu bilmiyorum fakat Ahmed İhsan Ağabey bunu yapmak için yapmaz, yapmacık sorular sormaz. Bilâkis sizinle samimi muhabbet ve sohbet ederdi. Ona kendimizi çok yakın hissederdik.
Ayrıca Ahmed İhsan Ağabey’in yaşınıza göre size derste soru sormadığı vakidir. Belki daha doğru ifade etmek gerekirse, sizin zihninize açık kapılar bırakarak fikrî bir hareket teminine çalışırdı. Ne demek istiyorum, mesela bana derste (lise bir veya belki en fazla iki olduğunu tahmin ediyorum) okuduğu yerde geçen yere vurgu yaparak "İnsanın mahiyet-i camiası nedir?" diye sordu. Ben de cevap veremedim. Sonra Ahmed İhsan Ağabey çok kısa bir cevapla geçti. Elbette merak ediyordum. Sonra Risale-i Nur'da fıtratın şehadeti nedir ve âlem-i asgar olan insanın kâinatın süzülmüş bir hülasası olarak kıymeti ne ifade ediyor diye inşallah çok dersler aldım.
İşte bu aynı zamanda abimizin bir ders metoduydu. Soru sormak ve düşündürmek... Yine buraya eklenmesinde hoş olacak başka bir güzel hatıram var:
Bir gün Ahmed İhsan Ağabey’in koluna girmiş Fatih Çukurbostan'da Sultan Selim-i Evvel (Ahmed İhsan abi "Yavuz" kelimesini zararlı ve yaramaz manasında olduğundan kullanmak istemezdi.) Camii'nde namaz kılmak için ağır ağır kapıya doğru yürüyoruz. Artık yaşımız daha büyük, Ahmed İhsan Ağabey de seksen beşten fazladır. Ezan daha okunmamıştı ve caminin kapısından çocuklar çıkıp bize doğru geliyordu. Bize ilerlerken birden Ahmed İhsan Ağabey onlara dönerek "Çocuklar ezan okundu mu?" diye sordu. Onlar bir an şaşırdılar ve düşünmeye başlamışlarken ben toylukla hemen atıldım, “Ağabey daha okunmadı, bir kaç dakika var." dedim. Sonra çocuklar da okunmadı deyip geçip gittiler. Ahmed İhsan Ağabey bana dönerek, "Ben sana mı sordum?" diye hafifçe tekdir etti. "Ben onlara bilerek özellikle sordum ki namaz diye bir mesele var. İnsan namaz kılıyor. Onları düşündürmek istedim." gibi bir cevap verdi. İşte çocukları böyle güzel dersler için düşündürmek isterdi.
Yine biz Ahmed İhsan Ağabey’e tevcih ettiğimiz sorularımızda zahire bakılırsa bazen çok alakasız cevaplar alırdık. Ahmed İhsan Ağabey soruya cevap verirken belki onun arkasında veya muzmerimizde olan bir probleme de üstü kapalı cevap verirdi. Bunu da sonradan anlıyorsunuz elbette. Cevabı dinlerken bunlardan acaba biye bahsediyor ki diye düşünür. Sonra hayret ederek o cevabın ne manalar içeriğine şaşırıyorduk. Aslında bu da çocuklara inhisar edilmeyecek kıymetli bir tedris usulüydü.
Şimdilik hatıralarımı Ahmed İhsan Ağabey’in torunu Eymen'le bitireyim. Aklıma gelen şimdilik en son bu var. Ahmed İhsan Ağabey’in hayatının son zamanlarda Göztepe'deki evinde ilgilenmek için çocukları nöbete kalırdı. Ahmed İhsan Ağabey’in evine kızı ve torunu Eymen de nöbete gelirdi. Eymen iki-üç yaşlarındaydı. Ahmed İhsan Ağabey benden çocuklar için Elifba cüzü almamı istemişti. Ben de bir kaç tane yayınevinin renkli çocuklar için hazırlanmış cüzlerini almış ve getirmiştim. Ahmed İhsan Ağabey bunlara bakmış "Bunlar çok renkli, çocuğun dikkatini dağıtır." demişti. Onları beğenmemişti. Garibime gitmişti. Belki asrımızda o kadar suretperestlik ön plana çıkıyor ki mana gizleniyor. Ahmed İhsan Ağabey kitapların baskılarına da bu hususta özel dikkat ederdi. Ben de şaşırınca resimsiz daha basit bir şey olmasını arzu etti. Sonra -yanlış hatırlamıyorsam- Enver Galip CEYLAN hocamızın Elifba cüzünden Eymen'e ders vermeye başladı. Ben sonrasına çok muttali değilim. Fakat hastalığı için ara ara yine ziyaretimiz olurdu. Yine bir gün Eymen'le karşılaştım. Kereta etrafta koşuşturuyordu. Ahmed İhsan Ağabey’in biraz meşguliyeti vardı. Bana o cüzden Eymen'e ders olarak başlardaki bir harfi öğretmemi istedi. Ben de bildiğim şekilde mesela "bu be harfi, bebek'in besi" gibi anlatmaya çalıştım. Pek muvaffak olamıyordum. Büyük bir insan gibi belki anlatmaya çalışıyordum. Sonra Ahmed İhsan Ağabey çocuklara böyle ders verilmeyeceğini ve kafa karıştırıcı olacağını söyledi. Kendisi sadece harfi görüntüsünü gösterip sesini çıkarmayı, tavsiye etti. Hiç başka açıklamaya gerek yokmuş. Eymen şu anda beş altı yaşlarında ve beş yaşında Kur'an'ı okuyormuş. Belki Ahmed İhsan Ağabey’in kızı ve Eymen'in annesi olan ablamız bu tedris usulüne daha çok şahit olmuştur ama ben aklımda kaldığı kadarıyla anlattım. Buna açıkçası çok faydalı bulmuştum. Oyun oynarken Kur'an okumasını da öğreniyordu.
İnşallah hatırıma geldikçe başka hatıralarımı da yazarım ve hafızam beni yanıltmamıştır diye ümid ediyorum. İfadelerimdeki kusurlara da nazar-ı müsamaha ile bakmanızı arzu ederim. Allah Ağabey’imizden ebeden-daimen razı olsun. Bizi ona layık talebelerden kılsın.
Ahmet ÇETİN