Yakınlarının Gözünden

Kemal Yıldız’ın Gözünden

Bismihi Sübhanehu

Yaklaşmalısın.. biraz daha.. hemen anlayamazsın, çünkü kendini gizliyor. Fark etmen zaman alacak çünkü sen yaklaştıkça o daha çok gizleniyor. Risale-i Nurun kaidelerine uyma konusunda azami özen gösteren bu zat Ahmed İhsan Genç Ağabey.

Gizemli değil, sırlı bir şahsiyet. Öyle ki ulvi sırları sakladığını bile anlayamazsınız. Maneviyat önderlerinden olduğunu yıllarca talebelerinden gizleyecek kadar bu konuda mahirdi. Faklı biri gibi davranmazdı. Bazen bir baba bazen amca, bazen dede ama genellikle ağabey gibi. Onun manevi kimliğini tanımak için önce Risale-i Nur'un size kendini açması gerekir. Çünkü Ahmet İhsan Ağabey her fırsatta, her vesileyle Risale-i Nur'a sevk eder. Onu anlamak için Risale-i Nur'u anlamak gerekir. Başka bir ifadeyle Risale-i Nuru müşahhas bir şekilde görmek isteyen Ahmet İhsan Ağabey'i seyredebilirdi. 

Çok okurdu, ilmî birikimi alabildiğine derinlikliydi. Fakat yaşam tarzı, yazdıkları ve davranışları itibariyle anlaşılıyor ki bu zatın aktardıkları ilmî kesbiyetle izah edilemeyecek kadar engindi. Yani kalp ve ruhun dereceyi hayatında bir yaşayışı vardı. Bazen muhatabının düşünce dünyasında yaşadığı problemleri, kendi söylemeden ve ya fark etmeden o problemin çözümünü bir başkasına hissettirmeden söyleyiverirdi. Sosyoloji, psikoloji, biyoloji vs. sonunda ?loji? olan ne varsa ilgiliydi. Fakat ürettiği çözümler ne sosyoloji ne psikoloji ne de biyoloji gibi ilim dallarından farklı kalp derinliği olan şeylerdi.

Yaşadıklarını, deneyimlediklerini yazar ve anlatırdı. Eserlerinde kendi nev-i şahsına münhasır bir tarz izlerdi. Hikmetli, az sözle çok manalar barındıran yazılar yazardı. Edebiyata ilgiliydi. Aylık çıkan takip ettiği edebiyat dergisi vardı. Bütün bunlarla birlikte aslında yazdıklarının büyük çoğunluğunu kendisine notlar şeklinde kaydetmişti. Büyük âlim Maraşlı Müftü Hafız Ali Efendi?den ?Allah sözlerini tesirli kılsın? diye dua almış. Gerçekten de bozulmamış vicdan sahiplerine sözleri çok tesir ederdi.

Problemleri çözme konusunda ender bulunan bir yapısı vardı. Öğrencilerine problemleri çözebilen insanlar olmaları hususunda salık verirdi.

Doğallığı severdi. Olduğu gibi görünür ve göründüğü gibi olmaya gayret ederdi. Tasannudan hoşlanmazdı.  Tasannuyu manevi bir hastalık olarak nitelerdi.

İnsanı potansiyel insan olması hasebiyle gerçekten sever ve samimi ilgi gösterirdi. Bazen okumayı bile doğru dürüst beceremeyen bir kardeşe bir profesörden daha çok ilgi gösterdiği olmuştur. 

İyi bir öğreticiydi. Bilgiyi muhatabına ihtiyacı kadar verirdi. İnsanları bir öğretmen ya da manevi bir büyük gibi değil de muhatabına hissettirmeden öğretir ve yetiştirirdi. Örneğin bir gün dersteyiz; bana: ?Kemal kardaş şu okunmuş (zikirli) suyu al ve iç dedi. Şaşırdım. Çünkü bu Ahmet İhsan Ağabeyin üslubu değildi. Ama sonunu da merak ediyordum. Ben bardaktaki suyu içerken o da bir yandan anlatıyordu: Risale-i Nur dersleri hakiki zikirdir. Biz de burada ders yaptık. Burada en ileri düzeyde dinimizi öğreniyoruz.?

Muhatap olduğu insanlara anlayabileceği ve gerektiği kadar konuşurdu. Muhatap olduğunuz da sizi kucaklar gibi konuşur, çok değerli olduğunuz hissine kendinizi kaptırırsınız.  Aslında muhataplarına hocalık perspektifinden samimi değer verirdi.

İbadetlerine azami itina gösterirdi. Bağnazlığı sevmezdi. İbadetlerini manevi bir iklimde yapardı. Kur?an okunduğunda başını neredeyse dizlerine değdirecek kadar aşağı indirir dinlerdi. Abdestsiz bulunmamaya özen gösterirdi. Bir gün abdesti olduğu halde tazelemek için yaşlı haliyle ayağa kalkmaya çaşırken: ? Kemal gardaş bizim gibilerin aklına düştüğünde abdestini tazelemesi gerekir.? demişti. Ne demek istediğini belki yıllar sonra anladım.. Namaz vakti girdiğinde: ?haydi manevî soframızı kuralım? derdi. Bu seccadeleri serip namaza duralım demekti. Ta'dil-i erkana önem verir sık sık tavsiye ederdi. Namaz kılarken mutlaka sarık kullanırdı. Namaz onun için kulun Rabbisiyle, telafisi olmayan çok özel bir muhavereydi. İlerleyen yaşına rağmen orucunu bırakmazdı. Vefatından öncede dileği Ramazan ayına ulaşmaktı..

Bizimle bizim gibi konuşur, bizim gibi gülerdi. Ama kahkayı sevmezdi. Fakat dini bir konu mevzu bahis olduğunda bir anda ciddi bir tavır alırdı. Konunun küçük ya da büyük olması mühim değildi onun için ciddiyetini o konu bitene kadar muhafaza ederdi. Yemek içmek konusuna çok önem vermezdi. Gerektiği kadar yerdi. Sofrada durduk yere hiçbir yemeğe itiraz ettiğine şahid olmadım.

Soyadının Genç olmasının bir tevafuku olabilir genç kardeşlerle çok ilgilenirdi. Belki de onların bozulmamış vicdanlarına hitap etmek hoşuna gidiyordu.

Uhuvvet meselesine çok itina gösterirdi. Asr-ı saadetteki ashab efendilerimiz misal kardeşliği çok önemserdi. Belki ailesinden çok ders kardeşleriyle vakit geçiriyordu. Hayatı dershanede geçerdi, ilerleyen yaşına rağmen 6 kat merdiveni adım adım ?ya hayy ya kayyum? diyerek zor zahmet çıkar ve inerdi.

Ümit konusu onun yaşam tarzı haline gelmişti. Çok ağır mevzularda bile onu tanıdığım 10 yıl boyunca bir kez bile karamsar görmedim. Ümitsizliğe prim vermezdi. Her hadiseye hayır gözüyle bakan bir tarz-ı nazarı vardı. Hatta meşhur bir şiiri vardır. ?LA TAKNATU? isimli. Başlığını ayetten almış. Bu konuda nereden beslendiğini aşikar ediyor sanırım. Bir de benim ruhi hayatıma bambaşka bir boyut kazandıran ?ÜMİT? isimli müstakil bir mektubu var ki herkese okumayı tavsiye ederim.

Duaya, dualaşmaya çok değer verirdi. Sanki hayatı dua ile örülü gibiydi. Duaya müstakil bir ibadet nazarıyla bakardı. Zaten sırf duayı anlatan müstakil bir kitapta neşretmiştir. Duayı onun gibi anlatan çağdaş başka bir yazar görmedim.

Vefalı biriydi. 80 yıl öncesinden bahsederken bile canlı yayında o günleri izliyormuşçasına bahsettiği kişileri yâd ederdi. Ama Üstad Hazretlerinden Sonra en çok Hafız Ali Efendi'den bahsederdi. Ben de çok uzun yıllar bu zatın yanında zaman geçirdiği izlenimi oluşurdu. Hâlbuki belki 8 belki 9 defa bir araya gelmişlerdi.

Edebe çok riayet ederdi. Gerek ibadetlerinde,  gerek yaşantısında, gerekse davranışlarında bu gözlemlenirdi. Dershanede bir rahatsızlığı yoksa ortalık yerde, ayaklarını uzatarak oturduğu ve ya uzandığı pek görülmemiştir.

Parayı kalbine koymazdı; kıymet de vermedi. Onlara  ?çakıl taşı? derdi.  Makamı ve mevkiyi önemsemezdi. Hizmet dedi, din dedi, ders dedi, dershane dedi. Sıradan bir KUL olarak yaşadı. Sıradan bir KUL olarak bu dünyasından terhis oldu.

Allah gani gani rahmet eylesin. Cennetinde bizi kavuştursun. Bu dünya da olduğu gibi diğer âlemde de bizi kardeş etsin. Peygamber Efendimizin (S.A.V.) dibinde, Üstad Hazretleriyle(R.A) hep bir arada olmayı nasip etsin. Yazılarını genellikle dua talebiyle bitirmesi hasebiyle bu vesileyle yazıyı okuyanlardan Ahmet İhsan Ağabey'in ruhuna ve cümlemizin usul ve furularının da ruhuna Fatiha ile hitam edelim.

Sevgi ve saygılarımla..

Kemal Yıldız

ES SELAMU ALEYKÜM

 

 Kendileriyle, kan çanağı gözlerle, zihnimdeki hezeyan kırıntılarına cevap ararken; kimsenin olmadığı, yalnız sokaklarda yürüdüğüm bir dönemde, Mehmet Soylu kardeşim vesilesiyle, karlı bir kış ayında Fatih Camii'nin yakınlarında bulunan bir dershanede tanışmıştım. O dönem benim için ruh halimi tarifi izahtan muhal bir dönemdir. O dönem zihnim karmakarışık bir vaziyetteydi. Sorular, sorular hep cevapsız sorular. Havf ve reca arası orta yol; ama nasıl?  istikamet en büyük keramet; nasıl? Peki ya İstikametsizlik? Birçok kişiye göre birçok doğru var ama asıl olan doğru hangisi?  Korkular ve korkular? Daha neler neler? Delilikle akıllılık arası denilen iki renk arası bir çizgicik pay. Kör düğüm dedikleri bu olsa gerek. İşte tamda bu dönemde tanışmıştık kendileriyle.  Kendilerine bu durumu daha sonra bir sohbette şöyle ifade etmiştim : ? Sizi daha önce çok aramış bulamamıştım. Şimdi ise öyle bir haldeyim ki aramanın ne demek olduğunun farkında değilim yani ömrümce sizin gibi birini aradım ancak aramazken buldum.? Tebessüm etmişlerdi. Hikâye uzun olduğu ve mevzuyu kısa tutmak gerekliliğinden dolayı bağışlayın lütfen detaya giremiyorum.

 

Ahmet İhsan Ağabeyi ben kendilerini tarihin adet usulünce aktardığı ve  duyguların satırlara aksetmediği kaba hatlarla değil de ruhumda iz bırakan vecdin diliyle ve satırların müsade ettiği kadarıyla  biraz olsun anlatmak istiyorum. Sıra ve ölçü gayesi gütmeden zihnime bir anda hücum eden  birkaç yönünü kısa kısa sizlerle paylaşmak isterim. Bunlar:

 

Allah (C.C) ve Resulüne (S.A.V.)  Bağlılıkları, Hikmet sahibi olmaları; Sevgi, Muhabbet, uhuvvet ve vefa duygularına azami önem vermeleridir.

 

            Ahmet İhsan Ağabeyle sohbet ederken mevzu ister psikoloji ister sosyoloji isterse güncel meseleler olsun ilk cümlenin hedefi son kelimeye varmadan muhakkak Allah (C.C) ve Resulünün (S.A.V.) ölçüleriyle şekillenir. Hasılı Üstad Ahmet ağabey yaşamının her safhasında en ücra hal ve davranışlarının soluğunda dahi bu ölçüyü hayatına şiar edinmiş bir Allah (C.C) dostudur. Bir söz vardır: “kalpten gelen ancak kalbe yol bulur, dudaklardan çıkanlar kulaklardan öteye geçemez” diye. Ancak  dikkatli dinleyenler için ağabey konuşurken aynı anda  iki frekansa da hitap eder. Kalp ve beyin. İlk evvela Risale-i Nurun meşrebi gereği nefisleri ikna ve itminan usulü olan hüccetleri en ince ayrıntılarına kadar bir bir ortaya koyar. Bu mevzuda kendilerinin bir ifadesi : “ Biliyorsunuz ki, biz kimseyi mesleğimiz itibariyle zorlamayız. Ders halkamızdaki kardeşler de bilirler, Bizler münasebeddar olduğumuz kimselere karşı da akla kapı açmak ihtiyara müdahale etmemek düsturunu fiilen ve halen yaşamak azmindeyiz? (Ahmed İhsan Genç’ten açık mektuplar serisi mektup no: 266). O konuşurken öyle kapılar açılır ki Akıl teslim bayrağını gönüllü olarak çeker sonra gönüllere kapılar açılır. Unutmadan tekrarlayalım ilk cümlenin hedefi son kelimeye varmadan muhakkak Allah (C.C) ve Resulünün (S.A.V) ölçüsü”.

 

            Sevgi, sevgi, hudut ve ölçü Allah (C.C) ve Resulüne (S.A.V) bağlılık nispetindedir. Ağabey bu ölçüyü muhafaza eder ve bu hudut içerisinde hudutsuz sever. Yine kendi sözlerinden:

“ Kardeşime haset yok,

Hıyanet yok,

Husumet yok,

Küsmek yok,

Kalben müsterih olsun. Telaşlanmasın”  (A.İhsan Genç, Kuş Sütü, s:304)

 

            Vefa duygusu ise alemlerin efendisi, varlıkların en şereflisi ve varlık sebebimiz olan Efendimiz Hz. Muhammed ( S.A.V.)’de zirve noktasını bulur. Allah Resulüne ( S.A.V.) vefasını her fırsatta yerine getirmeye çalışan ağabey de vefa duygusunun  yeri bir başkadır benim gözümde. Ahde vefa bir başka şekil bulur Ahmet İhsan ağabeyde. Yine aradan belki 30 yıl belki daha fazla zaman geçmiş birini hatırlasa gözleri dolu dolu olurdu hatırlarım.

 

            Yazmak ! Beynimizdeki helezonlardan meydana gelen ahenge şekil vermektir. Yazmak ! Duygu ve düşüncelere ellerimizle vücut vermektir.  Ancak ne fayda ki! Allah (C.C)   her şeyi bir ölçüye göre yaratmıştır ve Allah’tan (C.C)   gayrı her şey hududa tabidir. Bundan dolayı ben Ahmet İhsan Ağabey’i satırların çizdiği sınırlı hudutlar içerisinde çok az yönleriyle kendimce çok kısaca anlatmaya çalıştım. Ancak Katre ummandan bir parçadır ondan yalnızca haber verir. Dolayısıyla İfadelerimde ölçüyü kaçırdıysam kendilerinden af diler ve Onunla henüz tanışmayanlara ısrarla tanışmalarını tavsiye ederim.

 

                                                                                       KEMAL YILDIZ.                    

                                                                       PSİKOLOJİ YÜKSEK LİSAN ÖĞRENCİSİ